İSTANBUL, (DHA)- YEDİTEPE Üniversitesi’nde 9’uncusu düzenlenen ‘21. Yüzyılda Uluslararası Göç’ başlıklı konferansta, dünya genelinde artan göç hareketliliği, sınır politikaları ve küresel yönetişim ihtiyacı ele alındı. Konferansta konuşan Sciences Po Paris Üniversitesi’nden Profesör Catherine Wihtol de Wenden, “Bugün dünyada, 304 milyon kişi göçmen statüsünde yer alıyor. Göç konusunda uluslararası bir yönetişim anlayışına ihtiyaç duyuluyor. Bu süreçte yalnızca devletlerin değil, sivil toplum kuruluşlarının, bireylerin ve göçmen işçilerin de iş birliği içinde olması büyük önem taşıyor. Göç hareketine katılan bireyler genellikle çalışan kesimi oluşturduğundan, küresel ölçekte etkin bir yönetişim modeli oluşturmak göç yönetimi açısından kritik bir gereklilik haline gelmiştir” dedi.

Yeditepe Üniversitesi Küresel Eğitim ve Kültür Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi (KEKAM) ve Galatasaray Üniversitesi Avrupa Araştırma ve Dokümantasyon Merkezi (CREDE) tarafından organize edilen ‘21. Yüzyılda Uluslararası Göç’ Konferansı’nın 9’uncusu Yeditepe Üniversitesi’nde gerçekleştirildi. Konferansa göç ve uluslararası ilişkiler alanında çalışan akademisyenler katıldı. Konferansta, göç üzerine çalışmalarıyla tanınan Sciences Po Paris Üniversitesi’nden Prof. Dr. Catherine Wihtol de Wenden, Sciences Po Grenoble’den Prof. Dr. Jean Marcou ve Prof. Dr. Daniel Meier davetli konuşmacı olarak yer aldı.

WENDEN: SON 30 YILDA ULUSLARARASI GÖÇMEN SAYISI İKİ KATINA ÇIKTI

Sciences Po Paris Üniversitesi’nden Prof. Dr. Catherine Wihtol de Wenden, şu verileri paylaştı: “Birleşmiş Milletler verilerine göre 2024 itibarıyla dünya genelinde yaklaşık 304 milyon kişi doğduğu ülke dışında yaşıyor; bu rakam, dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 3,7’sine karşılık geliyor. Son otuz yılda uluslararası göçmen sayısı neredeyse iki katına çıktı. Zorunlu yerinden edilen nüfus yani mülteciler, sığınmacılar, iç göçmenler ve vatansız kişiler, 123 milyonu aşarak tarihin en yüksek seviyesine ulaştı. Bu artışın temel nedenleri arasında savaşlar, çatışmalar, zulüm, iklim değişikliği ve ekonomik eşitsizlikler yer alıyor. Bu toplamda; yaklaşık 42,7 milyon kişi mülteci statüsünde, 73,5 milyon kişi, kendi ülkeleri içinde yerinden edilmiş durumda, 8,4 milyon kişi ise iltica başvurusunda bulunan statüsündedir.”

'4.4 MİLYON KİŞİ VATANSIZ'

4,4 milyon kişinin vatansız olarak tanımlandığını ifade eden Wenden sözlerini şöyle sürdürdü: “Yani herhangi bir ülkenin vatandaşlığından mahrum bırakılmış durumda olup eğitim, sağlık, hareket özgürlüğü gibi temel haklara erişimde ciddi kısıtlamalarla karşı karşıyadır. 2024 yılı itibarıyla dünyadaki mülteci nüfusunun yaklaşık yüzde 69’u yalnızca beş ülkeden kaynaklanıyor. Bu ülkeler sırasıyla: Venezuela (6,2 milyon), Suriye Arap Cumhuriyeti (6,0 milyon), Afganistan (5,8 milyon), Ukrayna (5,1 milyon) ve Güney Sudan’dır (2,3 milyon). Bu durum, küresel mülteci krizinin belli başlı çatışma ve istikrarsızlık bölgelerinde yoğunlaştığını gösteriyor. Öte yandan, mültecilerin ve uluslararası koruma ihtiyacı içindeki kişilerin yaklaşık yüzde 37’si yalnızca beş ülke tarafından barındırılıyor. Bu ülkeler; İran İslam Cumhuriyeti (3,5 milyon kişi), Türkiye (2,9 milyon kişi), Kolombiya (2,8 milyon kişi), Almanya (2,7 milyon kişi) ve Uganda (1,8 milyon kişi). Bu veriler, küresel göç yükünün oldukça dengesiz bir biçimde dağıldığını; özellikle düşük ve orta gelirli ülkelerin, dünya çapındaki mülteci nüfusunun büyük kısmına ev sahipliği yaptığını ortaya koymaktadır.”

'KÜRESEL YÖNETİŞİM GEREKLİ'

Amerikan F-35 uçaklarına görünmezlik sağlayan Türk mucidi Kırlıkovalı: Üzerinde çalıştığımız 6 yeni malzeme var
Amerikan F-35 uçaklarına görünmezlik sağlayan Türk mucidi Kırlıkovalı: Üzerinde çalıştığımız 6 yeni malzeme var
İçeriği Görüntüle

Ülkelerin ulusal sınırları içerisindeki toplam nüfus hareketliliğinin 850 milyon civarında olduğunu kaydeden Wenden, “Dolayısıyla, uluslararası göçmen sayısı bu hareketliliğin yaklaşık üçte birini oluşturuyor. Göç, genellikle belirli bir proje veya amaç doğrultusunda gerçekleşiyor. Bu süreç; mali, insani ve ekonomik kaynaklara ihtiyaç duyduğu için oldukça zorlu olabiliyor. İnsanlar genellikle kendi ülkelerine coğrafi olarak yakın bölgelere göç etmeyi tercih ediyorlar. Günümüzde gelişmekte olan ülkelerde, göç hareketliliği daha yoğun şekilde yaşanıyor. Bunun başlıca örneklerini Afgan, Suriyeli ve Ukraynalı göçmenlerde görüyoruz. Gelişmekte olan ülkelerin, Batı ülkeleri kadar sistemli bir göç politikası bulunmuyor. Buna karşılık, dünya genelinde ABD göç almaya devam ediyor. Bölgesel olarak bakıldığında Kuzey Amerika, Avrupa Birliği, Körfez ülkeleri ile Rusya ve Ukrayna arasında savaş sonrası dönemde yoğun göç hareketleri gözlemleniyor” diye konuştu.

‘AVRUPA GÖÇ ALAN BİR BÖLGEYKEN, GÜNÜMÜZDE GÖÇ VEREN BİR BÖLGE HALİNE GELDİ’

Türkiye’nin hem göç alan hem de göç veren bir ülke olduğunu söyleyen Wenden, “Avrupa’da en fazla göçmen nüfusuna sahip ülkelerden biri Türkiye’dir. Suriye iç savaşı sonrasında yaklaşık 4 milyon Suriyeli Türkiye’ye sığınmıştır. Bu durum, ülke içinde farklı kimliklerin ve kültürel yapının oluşmasına yol açmıştır. Bugün düzenlenen konferansta önemli konularımızdan biri göç konusunda ülkeler arasındaki karşılıklı bağımlılık. Avrupa bu alanda önemli ilerlemeler kaydetti. Başlangıçta daha çok göçmen alan bir konumdayken, günümüzde aynı zamanda göç veren bir bölge haline geldi. Sonuç olarak, göç konusunda uluslararası bir yönetişim anlayışına ihtiyaç duyuluyor. Bu süreçte yalnızca devletlerin değil, sivil toplum kuruluşlarının, bireylerin ve işçilerin de iş birliği içinde olması büyük önem taşıyor. Göç hareketine katılan bireyler genellikle çalışan kesim olduğundan, küresel ölçekte etkin bir yönetişim modeli oluşturmak göç yönetimi açısından kritik bir gereklilik haline gelmiştir” ifadelerini kullandı.

Uluslararası göç hareketliliğinin günümüzde hem daha kolay hem de daha zor hâle geldiğini belirten Prof. Dr. Jean Marcou ise şu değerlendirmede bulundu: “Ulaşım ve taşımacılık araçlarının gelişmesi, insanların bir yerden başka bir yere gitmesini kolaylaştırdı. Ancak aynı zamanda devletlerin uyguladığı kısıtlayıcı politikalar, özellikle vize gibi engeller, göç sürecini zorlaştırıyor. Türkiye açısından son on yılda oldukça karmaşık bir süreç yaşandı. Türkiye uzun süre göç alan bir ülke konumundaydı. 1960’lardan itibaren ise Avrupa’ya göç veren bir ülke hâline geldi. 1980’lerden sonra ise Türkiye, transit bir ülke olarak öne çıktı. Göç ve göçmenlik konusu, birçok farklı alanla iç içe geçmiş durumda.”

‘GÖÇMENLER ULUSLARARASI SİSTEMDE PASİF DEĞİL, AKSİNE TEMEL AKTÖRLERDİR’

Prof. Dr. Daniel Meier şunları söyledi:

“Son dönemdeki uluslararası göç sorununa baktığımızda, Güney ülkelerinden Kuzey’e doğru artan bir baskı olduğunu görüyoruz. Bu nedenle Avrupa Birliği’nin Akdeniz bölgesinde göç politikalarını giderek sertleştirdiğini gözlemliyoruz. Avrupa Birliği’nin baskıcı ve sınırlayıcı politikaları, Güney ülkelerinde yeni soru işaretleri ve gerginlik alanları yaratıyor. Göç sürecine Avrupa açısından baktığımızda, göç alabilmek için ekonomik ve kurumsal kaynakların kullanılması gerekiyor. Ancak aynı zamanda, kontrol politikaları ile bu göç akışlarını sınırlama çabası da var. Bu durum, Avrupa’nın dış politika ekseninin önemli bir parçasını oluşturuyor. Konferansta göç ile ilgili “gri alanları” ele alacağım. Özellikle Avrupa ülkelerinin deniz bölgelerinde ve adalarda tutmaya çalıştığı mülteci ve göçmenler, bir yandan da bu ülkelerin kendi içlerinde kaynaklarını nasıl kullanarak göçmen politikaları geliştirmeye çalıştıkları konularına değineceğim. Göç çok katmanlı bir olgudur. Göçmenler uluslararası sistemde pasif değil, aksine temel aktörlerdir. Bu nedenle, konferans öğrenciler için göç konusunun çok boyutlu yapısını anlamaları açısından büyük önem taşıyor.”

Kaynak: DHA